EĞİTİM KİME HİZMET EDER?

Toplumsal sorunlarımızın eğitimle çözülebileceği kanısı medyada ve halk arasında sıkça dile getirilir. Ancak bugün on iki yıllık zorunlu eğitimde sıkça işlenen başlıklar konusunda bile toplumsal bilinç oldukça düşük ve daha fazla bireyin eğitime ulaşmış olmasının toplumda keskin değişimler yarattığını söyleyemiyoruz. Diğer yandan eğitim, Türkiye gündemine düşmeyen, hiçbir yatırım ve değişimin olmadığı, unutulmuş bir konu da değil. Ancak sistemde sık görülen değişimlerin toplumsal değişimler getirdiğini gözlemleyemiyoruz. O hâlde sürekli değişen ve yenilenen eğitim topluma hizmet etmiyorsa kime veya neye hizmet ediyor?
Eğitim ve toplumsal dönüşümle ilgili birçok sorunumuz eğitimin kime hizmet etmesi gerektiği konusunda verilen yanlış kararlardan doğmuştur. Geleneksel yaklaşımlar eğitimin öncelikle topluma, çağdaş olanlar ise bireye hizmet etmesi gerektiğini savunur. Ancak bu geleneksel yöntemlerin zaman zaman bireyi feda etmek pahasına topluma yarar sağlayabildiği, çağdaş yöntemlerin ise bireyi güçlendirmek adına toplum olma bilincinden vazgeçtiği anlamına gelmez. Aksine tarih, öncelikle öğrencilerin gereksinimlerine hizmet etmeyen hiçbir eğitim düzeninin hiçbir topluma iyi bir gelecek sunamadığını gösteriyor. Çünkü geleneksel desek de aslında çok yeni olan bu yöntemler pedagojik olarak verimsiz, psikolojik olarak ise geçersizdir ve hiçbir şeye tam anlamıyla hizmet edemez.
Geleneksel Eğitim
Eğitimle ilgili yaygın yaklaşımlar çok yeni olsa da eğitim insanlık kadar eskidir. Eğitimin en temel işlevi toplumların tüm yöntemsel ve varoluşsal birikimlerinin sürekliliğini sağlamaktır. Geleneksel eğitim dediğimiz yaklaşımlar ise söz konusu aktarımın çok sınırlı bir kısmını öğrencilere sunar. 19. yüzyılda küresel kentleşme ve sanayileşmeyle birlikte Avrupa’da okulların sayısı da daha önce görülmemiş bir hızla arttı. Geleneksel eğitim yaklaşımını başlatan bu yeni okullaşma sürecinin temel amacı yeni meslek sınıfları için nitelikli işgücü yaratmaktı. Bu eğitim anlayışında okulların bireylerin düşünce ve becerilerinin toplumun işgücü gereksinimlerine göre şekillendirildiği, “topluma faydalı” bir şekle sokulduğu bir kurum olduğu düşünülüyordu. Bireyin istek ve gereksinimlerine karşı bir sorumluluk beslemeyen bu yaklaşım hızla ulusal eğitim politikasına dönüştü; okullar, kurallar ve disiplin yoluyla uysal ve çalışkan olmak için var olduğuna inanan vatandaşlar yaratabileceklerine inanmaya başladılar. Bu uysal ve çalışkan vatandaşların kendilerine karşı hiç, ailelerine ve toplumlarına karşı ise büyük sorumlulukları olmalıydı. Toplumun bireye karşı sorumluluklarından ise pek bahsedilmedi.
Bu yaklaşımla ilgili en belirgin sorun insan zihni ve öğrenmesiyle ilgili 19. yüzyılda sahip olduğumuz ve bugün geçerliliği olmayan bilgilere dayanmasıdır. O zamanlar insan zihninin doğumundan itibaren boş bir levha gibi olduğu ve deneyim ve öğrenme yoluyla doldurularak bir bütüne ulaştığı düşünülürdü. Böylece bireyin neyi sevmesi, hangi konularda tutkulu olması, hayatta neyin daha önemli olduğuna inanması isteniyorsa eğitim yoluyla bunun sağlanabileceği düşünülürdü. Eğitimin kimi temel değerleri kazanmada etkili olabileceği doğrudur, ancak doğru olmayan istenilen kazanımların boş bir levhayı doldurur gibi kolayca bireye aktarılabileceği ve eğitimin bireye katabileceklerinin sınırlarının olmadığıdır.
Geleneksel eğitimciler bu sınırların olmadığını varsayarak en az beklentiyle en çok üretimi yapabilecek vatandaşlar yetiştirebilecelerini sanarlar. Aileleri, yurttaşları ve işyerleri için büyük fedakarlıklar yapmaya hazır bireylerden oluşan toplumların güçlü, üretken ve bolluk içinde olacağı ve diğerlerinin önüne geçeceği kanısı geleneksel eğitimin temelini oluşturur. Öğrencilere aktarılmaya çalışılan en sakıncalı düşüncelerden biri de toplumlarının başarısı için karşılık beklemeden büyük fedakarlıklar yapmaları gerektiğidir. Bu yaklaşımın hiçbir toplumu refaha ulaştıramamasının nedeni kuramsal özründe yatar: Verilen emeklerin belgisiz bir hedefi vardır; herhangi bir bireyin ya da birey takımının değil, soyut bir toplum düşüncesinin faydasına olduğu hayal edilir. Bu durum yalın bir düşünce deneyiyle açıklanabilir: Herkesin büyük borçları vardır ancak kimsenin alacağı yoktur. Herkes borçlarının gölgesinde ömürleri boyunca çalışmak zorundadır ancak ödenen borçlar hiçbir alacağı kapamaz. Benzer şekilde toplumun bireye olan sorumluluklarının gözetilmediği bir düzende toplum için yerine getirilen sorumluluklar ve yapılan fedakarlıklar kimseye hizmet etmez. Yapılanlar hiçbir bireyin gereksinimlerini karşılamasına yardımcı olmaz ya da yaşamını iyileştirmezse, bunların gerçekten topluma hizmet ettiği söylenemez. Bireyi toplumdan ayırıp toplum yararına bir meşruiyet iddia eden düzenler bugüne kadar ne bireyleri ne de toplumları başarıya götürebilmiştir.
Okulların bireyi yalnızlaştırarak iktidar ve ideolojilerin kölesi hâline getirdiği ve eğitimin aslında baskıcı yönetimlere hizmet ettiği düşüncesi geleneksel eğitime karşı sıkça yöneltilen bir eleştiridir. Elbette baskıcı yönetimler de eğitimin kendilerine hizmet ettiğini sanacaktır ancak bu eleştiri tamamen kabul edebilmemiz için aynı kusurlu kuramları da kabul etmemiz gerekir: Eğitimin kusursuz bir propaganda aracı olabilmesi için öğrencilerin kendilerine öğretilen her şeyi içselleştirdikleri de doğru olmalıdır. Gerçekte ise çocuklar için eğitim yaşamın bilinmeyen ve anlaşılmayan karmaşıklığına karşı bir çatışma sürecidir. Karşılaşılan yeni bilgi ve durumlar çocukların iç dünyalarında çatışmalar yaratır, öğretmenler ise öğrencilerin bu çatışmaları anlamlı ve tatmin edici bir şekilde sonlandırmasına yardımcı olmalıdır. Böylece çocuk o konuda bilişsel ve ahlaki bir olgunluk kazanmış olur. Geleneksel eğitim çocuk gelişiminin karmaşık yapısını ve eğitimin doğal süreci olan bu çatışmaları yok sayarak öğrencilere bilmeleri gerektiği düşünülenleri zorlamayla sunar ve öğrencilerin de bunları kolayca içselleştireceklerini umar. Ancak bu çaba öğrencilere kendilerine sorulan sorulara ne yanıt vereceklerini ve hangi davranışların otoritelerce onaylanıp hangilerinin cezalandırılacağı öğretmekten ileriye gidemez. Söz konusu çatışmalarsa yaşam boyu sürer, düşünce olgunluğu sağlanamaz ve gerçekte kimse geleneksel eğitimin belirlediği değerleri tam anlamıyla benimsemiş olmaz.
Geleneksel eğitimle ilgili asıl sorun hizmet ettikleri değil toplumsal sorunların çözümlenmesini zorlaştırmasıdır. Birçok konuda olduğu gibi eğitimde de bozması en zor düzen küçük kesimlerin kötü amaçlarına hizmet edenler değil kendi varlıklarını sürdürmek ve statükoyu korumak dışında tam anlamıyla hiçbir şeye hizmet etmeyenlerdir. Eğitim yoluyla bireye istenilen her şeyin aşılanabileceği düşüncesi eğitimi yönetenler için çekici ve vazgeçmesi zordur, çünkü eğitimi olması gerektiğinden daha ucuz ve kolay yapar. Bir reforma gitmesinin bu kadar zor olmasının temel nedenlerinden biri budur. Ancak bu kolaya kaçma sonucu bireylerin haklarını savunmak, dayanışma gerçekleştirebilmek ve kendilerine karşı sorumluluklarını yerine getirmek için gereksinim duydukları becerilere ulaşmaları zorlaşır, çünkü geleneksel eğitimciler eğitimin maliyetini düşürebilmek uğruna bu becerileri müfredatlarından tamamen çıkarmışlardır. Böylece okul işletme ve eğitimci yetiştirme masraflarını en aza indirebildik, ancak toplumsal uyumsuzluk, cinsiyet eşitsizliği, sınıf ayrımcılığı ve elbette niteliksiz eğitim gibi birçok sorunu çözmemiz zorlaştı. Diğer yandan herhangi bir sınıfın veya ideolojinin üzerimizde mutlak ve homojen bir hakimiyet kurabildiğini de söyleyemiyoruz, çünkü eğitim düzenimiz iyi veya kötü herhangi bir şeye hizmet etmiyor.
Çağdaş Eğitim
Çağdaş eğitim kuramlarının benimsenmesi 20. yüzyılın ortalarına doğru refah ve özgürleştirmeye yönelik adımların toplumları ileriye taşıdığının fark edilmesiyle başlamıştır. Avrupa’da savaşlar, salgınlar ve kıtlığın hüküm sürdüğü bu dönemde akla ilk gelen zor zamanları atlatmak için vatandaşlardan daha büyük fedakarlıklar yapmalarını beklemek olsa da kimi toplumlar tam tersine eğitim, sağlık, işsizlik gibi konularda sosyal güvenliğe yönelik adımlar attılar. Geleneksel yaklaşımlarca israf olarak tanımlanacak bu adımlar tam tersine toplumların refahını ve üretkenliğini artırarak dönemin sıkıntıları ile mücadele edilmesini kolaylaştırdı. Böylece güçlü toplumları büyük fedakarlıkların değil gelecek güvencesi olan ve yaşamsal kaygıları düşük bireylerin yarattığı fark edildi.
Bu durum eğitimin amacının bireye toplumda etkin, adil ve anlamlı bir katılım sağlamak ve kendine yönelik sorumluluklarını yerine getirmek için gereksinim duyduğu becerileri kazandırmak olarak yeniden ele alınmasına yol açtı. Geleneksel eğitim amacına ulaşamamak ile birlikte bireyleri mutsuz ettiği ve çocuklarla ailelerinin gereksinimlerine yanıt veremediği için bahsedilen farkındalıklara ulaşan toplumlar hızla yüzlerini çağdaş kuramlara çevirdiler. Geleneksel eğitimi savunanlarsa bu reformu bencilliği yüceltmekle suçlar ancak çağdaş eğitimi benimseyen toplumlarda uyum ve bütünlük belirgin bir şekilde daha yüksektir. Çünkü bireyin bulunduğu toplumu benimseyebilmesi ve çalışmalarında toplumun kazancına yönelik bir güdümü olabilmesi, kendisine sıkça bir toplumda yaşadığının ve yaşadığı topluma borçlu olduğunun hatırlatılması ile değil, yaşadığı toplumda onay görüp burada bir geleceğinin olduğuna inanması ve etkin katılım sağlayabilmesi ile mümkündür.
Çağdaş kuramların en önemli üstünlüğü geleneksellerin aksine psikolojik geçerliliklerinin olmasıdır. Öğrenme, özellikle çocuklarda, bağlamsaldır; bir sorun veya deneyimle anlamlı ve tutarlı bir bağı olmayan bilgiler ve değerler asla içselleştirilemez. Çocuklar kendilerine öğretilenlerden yalnızca içinde yaşamlarından bir şeyler bulabildiklerini ve uygulayabileceklerini düşündüklerini gerçek anlamda öğrenebilirler. Boş bir levha doldururcasına aktarılmaya çalışılan bilgi ve değerlerin çocukların zihinlerine tutunabilmeleri ise olanaksızdır. Bu yönüyle çağdaş eğitim, hedeflenen kazanımları öğrenciye doğrudan aktarmaya çalışan geleneksel eğitimden keskince ayrılır ve öğrencilerin kendi birikimlerini inşa etmelerine izin verir, çünkü çocuklar bilgiyi emerek değil kendi algılarında yeniden inşa ederek kazanırlar.
Tüm bireyler yaşantıları, öğrendikleri ve hissettikleri yoluyla bir yaşamsal algı oluştururlar. Çağdaş eğitim, bireylerin yaşamı ve dünyayı keşfedebilecekleri özgür ve zengin öğrenme ortamları oluşturarak çocuklara yaşamda karşılaşılan sorunlarla ilgili kontrollü çatışmalar yaşatır. Bu çatışma süreçleri sağlıklı yönetildiğinde öğrenciler eğitimlerinin sonunda topluma güven duyabilir ve karşılaştıkları sorunlara karşı akranlarıyla dayanışma içinde mücadele edebilirler. Çünkü özgür ve zengin bir öğrenme ortamının doğal bir sonucu kendine ve çevresine güvenen, hakları ve amaçları için birlikte çalışabilen, bilinçli ve duyarlı bireyler yetişmesidir.
İyi eğitim gören kuşaklar toplumların haksız ve verimsiz döngülerden kurtulacağının güvencesidir. Çünkü çağdaş eğitim yöntemleri bireylere toplumca iyi bir yaşam sürebilmek ve bunun için mücadele edebilmek için gereksinim duydukları becerileri sunar. Dolayısıyla iyi eğitim gören kuşaklar toplumda süregelen, çözülmesi zor sorunlara karşı en etkili çözümdür. Çağdaş kuramlara dayanan eğitim düzenlerinin okulların niteliğinden öğrencilerin aile hayatına uzanan birçok boyutu vardır ve bir eğitim reformu için birçok farklı konuda yenilikçi adımların atılması gerekir. Ancak atılacak ilk adım eğitimin öncelikli amacının öğrencinin gereksinimlerine hizmet etmek olduğunu benimsemektir. Eğitim yalnızca bu şekilde gerçekten topluma hizmet etmiş olur.
Sonuç
Her ne kadar “önce eğitim” düşüncesinin toplumu içinde bulunduğu çıkmazlardan çıkaracağı düşünülse de geleneksel eğitim, bunun tam tersine, olan durumu koruyarak toplumun bu çıkmazlarda kalma olasılığını güçlendirir. Toplumun içinde bulunduğu çıkmazlardan çıkabilmesi için herhangi bir eğitim değil çağdaş kuramlara dayanan iyi bir eğitim gerekir. Bireylerin gereksinimleri, toplumun gereksinimleridir ve bireyler toplumdan soyutlanamaz. Zaman zaman bireyi feda etmek pahasına topluma hizmet ettiği zannedilen ancak statükodan başka tam anlamıyla hiçbir şeye hizmet etmeyen geleneksel yaklaşımlardan bir an önce vazgeçilip çağdaş eğitim kuramlarına kulak verilmelidir.
Pedagog Kerem Yalçın