ANNE-BABALIK NEDEN ZOR?
İnsanlığın en eski görevlerinden olan annebabalığın günümüze kadar sayısızca kez üstlenilmesi ve hakkında birçok sözün söylenmiş, çalışmanın yapılmış olması, bu görevin günümüzde kolaylaşmış ve yalınlaşmış olmasını gerektirirken, aksine annebabalığın günümüzde hem zorlaştığını hem de hassas bir konu olduğunu görmekteyiz. Ancak çağın getirdiği yeni zorluklar annebabalığın neden zorlaştığını açıklamaya yetmez, çünkü bu zorlukların geçmişte karşılaşılan büyük zorluklardan daha şiddetli olduğunu söylemek güçtür. Sorun, çocukların geleceğinin toplumsal bir kaygı olmaktan çıkıp bireysel bir sorumluluk niteliği kazanmasıyla annebabaların toplumsal destekten mahrum kalmasıdır. Bu durumu değiştirmek için ortak sorunlarla toplum olarak yüzleşmenin yolları aranmalıdır.
Değişen Toplumlar
Dünyada son yüz yılda yaşanan değişimleri en iyi açıklayan olgu kuşkusuz kentleşmedir. Bu olgu, sanayi devrimiyle gelen ekonomik dönüşümün kırsal nüfusun büyük bir bölümünün hızla kente göç etmesini gerektirmesiyle başlamıştır. Kentlere taşınanların sayısı kentlerin yerli halklarının nüfusunu hızla aşmış ve kentler hiç olmadıkları kadar çeşitlilikli bir kitle niteliğine ulaşmıştır.
Kentlerin aksine tekdüzelik içerisindeki toplumlar, sıkça tartışma konusu olmayan egemen görüşler çevresinde yaşamlarını sürdürürler. Karşılaşılabilecek sorunların çoğu öngörülebilirdir ve söz konusu görüşler, bunlar için önceden belirlenmiş çözümler sunarlar. Belirlenen çözümlere ulaşmak kolaydır ve bu çözümler toplum üyeleri arasında yaygınca bilinir. Karşılaşılan yeni sorunlar toplumsal olarak deneyimlenir. Çeşitlilik ise yeni sorunlar üretmekle beraber daha önce karşılaşması olası olmayan görüşleri karşı karşıya getirir. Bu karşılaşma sorunların çözümleri hakkında önceden sorulmayan soruların sorulmasına neden olur ve yeni tartışmalar türetir.
Tekdüzeliğin sunduğu yaşam göreceyle yalındır. Çeşitlilik gösteren toplumlardaysa çarpışan görüşler ve ilk defa sorulan sorular toplum yaşamını karmaşıklaştırır. Ancak bu karmaşa karşılaşılan sorunlara yeni ve daha etkili çözümler getirmek için bir fırsattır. Bu fırsatların olumlu bir değişimle sonuçlanması için toplumun sağlıklı bir şekilde örgütlenmesi gerekir, çünkü karşılaşılan sorunların nasıl deneyimleneceği toplumun nasıl örgütlendiğiyle belirlenir.
Artan Zorluklar
Toplumumuzda yaşanan kentleşmeyle yerel ile küresel değerlerin karşı karşıya gelmesinin olumlu sonuçlar doğurduğunu söylemek güçtür. Kentleşme sonrası kutuplaşmaların yüksek düzeyde yaşandığı toplumlardan biriyiz. Karşılaştığımız krizleri yapıcı bir şekilde sonuçlandıramamakta ve bunların yeni düşmanlıklar doğurmasına izin vermekteyiz. Günümüzde birçok konuda olduğu gibi annebabalık konusunda da zıt görüşler çarpışmayı sürdürüyor ve herhangi bir orta yol bulmak güç duruyor.
Toplumumuzda çeşitliliğin artmasının düşmanca bir ortam yaratmasının en önemli nedeni şüphesiz yaşamın zorluğudur. Ekonomik güçlükler, eğitime olan toplumsal güvenin yitimi, bireylerin yaşam güvenlikleri konusundaki kaygıları, iyi bir geleceğin olasılığına inancın zayıflaması ve tüm bu zorlukların zamanla şiddetini artırması, toplumları dayanışmacı kitlelerden hırs ve rekabete eğilimli kitleler durumuna getirmektedir. Bu çıkarım hem tarihsel hem de deneysel olarak birçok kez doğrulanmıştır: gelecek kaygısı yoğunlaştığında bireyler farklılıklara (etnik, dinî, görüşsel…) hoşgörü göstermeyen, tutucu tutumlar benimsemeye yatkınlaşır. Bireysel kaygılarını toplumsal kaygıların önüne geçirmek zorunda hissederler ve rekabetçi toplumlar doğar. Ancak günün sonunda dayanışmacı bir topluma göreceyle rekabetçi bir toplumda başarılı olmak herkes için daha zordur. Böylece rekabetçi toplumlar kendilerini karanlık bir döngünün içinde bulurlar: rekabetçilik yaşamı zorlaştırır ve zorlaşam yaşam rekabetçiliği artırır.
Annebabalık, gelecekteki sonuçlara yönelik bir görev olduğundan gelecek kaygısından doğrudan etkilenir. Çeşitliliğin rekabetçilikle sonuçlandığı ortamlarda annebabalık hakkındaki görüşler, hassaslaşan ve hoşgörü kabul etmeyen tutumlar arasına katılır. Bu da annebabalık tutumu konusunda güçlü toplumsal baskıların oluşmasına neden olur. Bu baskılar hem yerel hem de küresel değerleri benimseyen farklı görüşlerden gelebilir. Annebabalık tutumu nasıl olursa olsun, her zaman buna güçlü tepkiler verecek birileri olacaktır: çocuğun üstü başı batmış, hiç umrunda değil veya bu çocuğun oynamasına izin vermezsen nasıl büyüyecek gibi. Bu görüşlerin geçerli veya geçersiz olması önemsizdir, çünkü toplumun annebabaların yanında değil karşılarında yer alması, onlar için bu görevi daha zor kılar. Annebabalık konusunda hassaslaşma, çoğu zaman bu görevi önemsemenin değil bu görevle ilgili kaygıların bir sonucudur ve annebabalık tutumlarının da tutuculaşmasına yol açarak yapıcı çözümlere ulaşmayı zorlaştırır.
Azalan Kolaylıklar
Geçmişte yaygınca yaşanan ve etkileriyle kentleşmeyi gölgelerinde bırakacak savaş, hastalık, kıtlık gibi birçok olgu sanayileşmiş toplumlarda eskisi kadar şiddetli deneyimlenmediğimden annebabalığın artık daha zor olması zorlukların artmasıyla açıklanamaz. Bugün geçmişten farklı olansa zorluklarla başa çıkmamızı sağlayan toplumsal desteği artık göremememizdir. Kentleşme sonrası toplumsal uyum yakalayamamış olmamız rekabetçi bir toplum olmamıza, böylece ihtiyaçlarımız konusunda yalnız hissetmemize yol açmıştır.
Tekdüze toplumların aksine çeşitliliğin ve rekabetçiliğin yüksek olduğu toplumlarda sorunlar toplumsal olarak değil bireysel olarak deneyimlenir. Annebabalık konusunda bu, toplumun gençlerinin iyi bir yaşam ve gelişim deneyimlemelerinin istenmesi yerine herkesin kendi çocuğundan sorumlu olduğunun benimsemesi anlamına gelir. Bu kanı, uygulamada çeşitliliğe saygı olarak değil gelişim sırasında yaşanan zorluklardan annebabaların ve onların farklılıklarının sorumlu tutulması olarak kendini gösterir. Bu durumda yaşanan zorluklardan bahsetmek bile zorlaşır, çünkü annebabalar zorluk yaşamanın ve kuşkuya düşmenin başarısızlık olarak karşılanacağını düşünürler.
Annebabalık konusunun hassaslaşması, annebabalığı yüceltiyor gibi gözükse de yaşanan zorlukların paylaşılmasının önüne geçtiğinden uygulamada onların ihtiyaçlarının görmezden gelinmesine neden olur. Kendilerini büyük bir sorumluluğun içinde yalnız hisseden annebabaların kaygı düzeyleri yüksek olacaktır. Yanlarında durmasını bekledikleri toplumu karşılarında bulduklarında farklılıkları konusunda zamanla daha savunmacı olmaları ve diğer annebabaların farklılıklarını tutuculukla karşılamaları daha olası olur. Bu da başka bir karanlık döngüdür: yalnız bırakılma toplumu tutuculaştırır ve tutuculaşan toplum bireyleri yalnız bırakır.
Ne Olmalıydı?
Yalnızlaşma, kentleşen toplumların kaderi değildir. Çeşitlileşme ve egemen görüşlerin sarsıntıya uğraması toplumların sorunlarına yeni ve yaratıcı çözümler getirmeleri için gereklidir. Örneğin, küresel aile değerleriyle karşılaşmamız çocuk evliliği, cinsiyet eşitliği, kadınların eğitimi, aile içi şiddet gibi geçmişte yeterince konuşulmamış olan birçok sorunu gün yüzüne çıkarmamıza yardımcı oldu. Çeşitlileşmeyi sağlıklı deneyimleyen ve yaşanan krizleri olumlu sonuçlandıran toplumlar, bunu herkesin ihtiyaçlarına yeterli ve dengeli yanıtlar vererek, dolayısıyla kimsenin geride bırakılmadığı çözümler sunarak başarmıştır.
Ortak bir çaba içerisinde olduğunu düşünen ve dayanışma yapmaya hazır bireyler yüksek uyumlu toplumları oluşturur. Toplumsal uyumun yüksek olması bireylerin toplum içerisindeki yeri ve değeri konusunda kendilerini güvende hissetmelerini sağlar ve bireyler görüş ve konumlarındaki farklılıklar nedeniyle kendilerini dışlanmış hissetmezler. Yaşanan sorunlar karşısında kartlar açıktır; istekleri ve ihtiyaçlar açıkça belirtilebilir. Böylece yapıcı çözümler bulunması kolaylaşır.
Uyumlu toplumlarda okul, aile ve çocuk arasında sağlıklı bir iletişim gözlemlenebilir. Bu üçünün farklı konumlarda, farklı ihtiyaçlar besliyor olmaları, bu ihtiyaçların karşılanmasının önüne geçmez. Annebabalar akranları ve öğretmenlerle dayanışma içindedir, çocuklar ihtiyaçlarını okulda ve aile içinde kolayca dile getirebilir, okullar da hedef ve imkanları konusunda şeffaf olabilirler. Sonuçta hepsinin amacı çocukların iyi bir yaşam sürmesidir.
Ne Oluyor?
Biz ise kartların kapalı olduğu bir durumdayız. Ortak bir çaba içinde olduğumuza inancımız az ve dayanışma yapma yönelimimiz oldukça düşük. Kabul göreceğimiz konusunda kaygılıyız ve istek ve ihtiyaçlarımızı belirtmeye çekiniyoruz. Okul, aile ve çocuk arasındaki konum farkları, farklı ihtiyaçların gözetilmediği güç ilişkilerine dönüşmekte. Annebabalar akranlarıylaa iletişim kurmuyor ve okula karşı şüphe besliyor, okullar yaşanan sorunlarda sıkça aileleri sorumlu tutuyor, çocukların ihtiyaçları ise sık sık göz ardı ediliyor ve dile getirilmeleri hoşgörülmüyor. Bu döngü eğitime olan güveni düşürürken hem annebabaları hem de çocukları zorluklar karşısında yalnızlaştırıryor ve çaresiz hissettiriyor.
Yalnızlaşan annebabalarsa çocuklarının gelişimleri üzerinde abartılı bir sorumluluk duygusu hissediyor. Çocuğun beklentileri karşılamadığı her durum annebaba için kendi başarıları konusunda kuşku uyandırıyor. Paylaşılıp anlaşıldığında kolayca çözülebilecek sorunlar bireysel olarak atlatılmaya çalışılıyor ve bu da onları olması olduklarından çok daha zorlaştırıyor. Sonuç olarak annebabalar görevlerine yüklenen manevi ağırlığın yanında toplumsal bir desteğe ulaşamamalarıyla birlikte en temel sorunlar karşısında güçsüz hissediyorlar.
Ne Yapılabilir?
Toplum olmakta başarılı olamadığımız için yüzleştiğimiz sorunları beraber yaşayabilme becerilerimizi geliştirerek çözebiliriz. Böylece sorunları bireysel değil toplumsal olarak deneyimler ve yalnız hissetmeyiz. Toplumsal birçok sorun gibi annebabaların yüzleştiği sorunlar karşısında da birçok taraf çözümün bir parçası olabilir.
Aile içerisinde başta çocuk olmak üzere diğer aile bireylerinin ihtiyaçlarına kulak verilmelidir. Annebabalara yüklenen görev ahlakı onlara sıkça “çocuğum normal mi” veya “başarılı mı” sorularını sordurur. Oysa “çocuğum mutlu mu” ve “bir ihtiyacı var mı” daha önemli sorulardır, çünkü mutlu olmayan bir çocuktan başarılı olması beklenemez. Gerçekten mutlu hissedebilmesi içinse “mutlu edilmeye” değil, okulda ve aile içinde güvende ve kabul görmüş hissediyor olması gerekir. Koyulan hedefler gerçekçi olmalı çocuğun ihtiyaçlarının önüne geçmemelidir.
Diğer yandan ise kendi çevremiz içerisinde bir toplumsal uyum yakalamaya çalışmamız gerekir. Annebabalar, yüzleştikleri sorunları çekinmeden akranlarıyla paylaşabilmelidir. Bu, sorunlar karşısında yalnız olunduğu hissini azaltmakla birlikte, yaşanan sorunların doğru değerlendirilmesini ve gerektiğinde doğru uzmandan yardım alınmasını kolaylaştıracaktır. Bu paylaşım boyunca farklı tutum ve görüşlere karşı ılımlı olunması, aksi hissettiren durumlarda bile ortak fayda inancından vazgeçilmemesi gerekir. Bu inancı korumak uyumun düşük olduğu toplumlarda zordur, ancak uyumlu bir toplum olabilmek başka türlü mümkün değildir.
Son olarak bireylerin davranışlarının içinde bulundukları koşullara uyum sağladığı unutulmamalıdır. Rekabet ve soğukluk hissettiren bir toplumun uyumlu bir topluma dönüştürülebilmesi için yöneticilerin de katılımı gereklidir. Bireyler arası etkileşimin olumlu olduğu ve farklı tutumlardaki annebabaların sıcak karşılandığı ve kabul edildiklerini hissettikleri kalıcı ortamlar oluşturulması uyumlu toplumlarda sıkça görülmekle birlikte sürdürülebilir bir dönüşüm için vazgeçilmezdir. Bu yönelimdeki girişimlere bütçe ve iş yükü ayrılmakla beraber bunun için çalışan sivil toplum örgütlerinin de yanında olunmalıdır.
Sonuç
Annebabalığın günümüzde zor olması, toplumsal yapıların değişmesinden sonra uyum ve bütünlüğün sağlanamaması sonucu annebabaların görevlerinde yalnız hissetmelerinin bir sonucudur. Yapılması gereken sorunlarımızı paylaşıp farklı ihtiyaçlara kulak vererek toplumsal uyumu ve ortak fayda inancımızı sağlamlaştırmaktır. Bu da aile ve toplum içinde çatışma ve farklılıklara karşı ılımlı ve anlayışlı bir tutum göstermekle başlar.
Pedagog Kerem Yalçın